Pazarlamanın COVID-19 sonrası “yeni geleceği”
18 Oca 2021
3 dk okuma süresi
Digital Age Dergisi Yazı İşleri Müdürü Savaş Önemli, COVID-19 salgını ile pazarlamanın yaşadığı değişimi örneklerle ortaya koyarken, tüketicinin değişen yaklaşımını ve salgın sonrası pazarlamada neler yapılması gerektiğini İnnova Blog için kaleme aldı.
COVID-19’un iş dünyası için benzeri görülmemiş belirsizlik ve risklerle dolu bir ortam yarattığı malum. Yaklaşık bir senedir salgınla mücadele veren dünyada aşı haberleri, cılız da olsa pozitif bir hava yarattı. Ancak ekonomik anlamda COVID-19 sonrası zorlukların bizi beklediği gerçeği de aklımızın bir köşesinde duruyor.
Pandemi, çalışandan işverene, bu zorluklarla dolu ortamda ayakta kalmaya çalışan herkesi ekonomiden sağlığa birçok konuda bir süre daha test edecek gibi görünüyor. Peki bu iç karartıcı tabloda her şartta hayatımızın merkezinde olmaya devam eden markalar ve onları yöneten pazarlama ekipleri için en doğru yaklaşım ve iletişim stratejileri ne olmalı? Bu sorunun tek bir cevabı yok elbette. Ama dünyadaki gidişata ve trendlere bakarak en azından gelecek hakkında bazı öngörülerde bulunup bugünden adımlarımızı ona göre atabiliriz.
Pazarlama dünyasının yeni dünya düzenine adaptasyonunu konuşurken öncelikle medya ve reklam piyasalarına bakmakta fayda var. Mart 2020’de dijital reklam pazarı yüzde 4 büyürken, basılı reklamlar yüzde 25; TV reklamları da yüzde 13 azalmıştı. Bu rakamların güncelleri karşımıza geldiğinde dijitalin yerinin daha da büyümüş olduğunu görecek olmak, hiçbirimiz için şaşırtıcı olmayacaktır.
Aslında medya ve reklamdaki dijitalleşme etkisi zaten son yıllarda ciddi bir şekilde kendisini gösteriyordu. Öyle ki son 5 yılda Google hisseleri yüzde 114; Facebook hisseleri yüzde 174 artarken WPP hisseleri yüzde 63 azalmıştı. Dijital odaklı yeni ekonominin diğer büyük teknoloji devlerindeki tablo da aslında sektördeki dönüşümü pekiştiriyor. Amazon ve Apple’daki dokuz aylık değer artışı; Disney, AT&T, Netflix, Comcast vs. medya şirketlerinin toplam değerinin üzerinde.
Marka amacı her zamankinden daha önemli
Dijitalleşme adına rakamlar zaten hep yukarıyı gösterirken, pandemi ile gaza basılan dönüşüm yolculuğunda markaların kendine iyi bir yer kapma adına öncelikleri neler olmalı? Bu, markasının pazarlama iletişimi stratejisini belirlerken bugün bir pazarlama yöneticisinin kendisine sorması gereken en önemli soru. Bu noktada bizi cevaba götürecek bazı trendler zaten son yıllarda öne çıkıyordu ve aslında, yine pandemi ile bu yaklaşımlar da tabiri caizse aynı dijitalleşmedeki gibi “şimdi” gerçek anlamda yerine oturdu.
COVID-19’dan sonra; “brand purpose” olarak da ifade edilen marka amacı ve bu amacın öncelikle hedef kitleye fayda sağlaması gerekliliği iyice pekişmiş oldu. Özellikle yeni neslin aidiyet duyduğu, ürün ve hizmet satın aldığı markadan tek beklentisi, sadece o ürün ve hizmetin kalitesi değil. Destek verdiği söz konusu markanın doğaya, çevreye, insana ya da bir şekilde dünyaya bir faydası var mı? Yeni nesil ve aslında COVID-19 sonrası her birimiz, bu sorunun cevabını artık daha fazla merak ediyoruz.
Diğer bir trend, iş dünyasının son iki yıldır dilinden düşmeyen “agile” ya da Türkçesi ile çevik olma meselesi. COVID-19 ile artık hedef kitlenin ihtiyaçlarına çok daha hızlı karşılık verecek yapılara ihtiyaç var. Bunun yolu da marka ekibinde yer alan her birimin kendi içinde çevik bir çalışma sistemine sahip olmasından geçiyor. Bu çevik yapıların içinde de merkeze insanın koyulması şart. Aynı deneyim odaklı pazarlama stratejilerinin odağına müşteriyi koymak gibi, markanın yetenek yönetimini doğru yaparak, sürdürülebilir bir pazarlama stratejisi inşa edebilmesi, çalışanın mutluğunu öncelikli görmesi, büyük önem taşıyor.
Bu bağlamda COVID-19 ile gördük ki, aslında bazı işlerin devamlılığında ofiste olmak, o kadar da gerekli değilmiş. Uzaktan çalışmak da keza o kadar yönetilmesi zor bir şey değilmiş. Uzaktan çalışma konusunda doğru adımlar atmak, her şeyden önce çalışanların evden çalışma imkanlarını iyileştirmek, teknolojik altyapıyı ve diğer gereksinimleri tesis etmek, bu dönemde ve sonrasında çalışanın motivasyonu adına çok önemli.
İletişimin ön koşulu şeffaflık
Yine COVID-19 ile birlikte her platformda şeffaflığın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha deneyimlemiş olduk. Bu dönemde karşılıklı güveni tahsis etmek konusunda mesajını samimi bir şekilde vermek, iletişimin her adımında şeffaf olmak iyi bir deneyim yaratmanın koşulları olarak karşımıza çıktı. Bu aslında her zaman böyleydi ama artık bundan kaçış imkansız gibi. Diğer yandan, bu dönemde bizler söylemi ve eylemi bir olan markaları sevdik, aklımıza kazındı ya da tam tersi; samimi bulmadığımız markaları hayatımızdan çıkardık. Bu yaklaşım, bundan sonra da vazgeçilmez olacak.
Şeffaf bir iletişimin yolu veriyi doğru kullanmaktan, bu da dijitalleşme konusunda eksikleri giderip veri odaklı bir pazarlama stratejisini hayata geçirmekten geçiyor.
Son olarak iş birliği içinde çalışabilme meselesi, yine bu dönemde fazlasıyla öne çıkan bir diğer trend oldu. Markaların pazarlama iletişiminde tüm ajansları ve diğer partnerleri ile uyum içinde çalışabilmesi, yine hangi işin içeride, hangisinin dışarıda yapılabileceği konusunda bir denge kurabilmesi ve dışarıya verdiği işleri yapan şirketlerle çalışma konusunda gösterdiği uyum ortaya çıkan işin ve yaratılan deneyimin kalitesini belirleyecektir.
Pazarlama yöneticilerinin çalıştıkları tüm partnerler ile ekosistemi de bir arada tutacak iletişim çalışmaları ve projelerini hayata geçirmeye çalışmaları çok önemli. Unutmayalım ki, hem bu dönemde hem de sonrasında hepimizin birbirine ihtiyacı var.
İlgili Postlar