27 Tem 2020
1 dk okuma süresi
Robotların ve yapay zekanın iş hayatına daha fazla katıldığı bir dönemdeyiz. Endüstri 4.0 ile "insansız fabrikalar"dan söz ediliyor olması bazı tartışmaları da beraberinde getiriyor. İş dünyasının yakından tanıdığı, kurumsal itibar ve stratejik iletişim yönetimi konularında pek çok kitabı ve konuşmaları bulunan Salim Kadıbeşegil, İnnova Blog'un konuk yazarı olarak Endüstri 4.0 objektifinden insan ve rekabet kavramlarını ele alıyor.
Endüstri 4.0 diyorlar… Tarımsal alışkanlıkların buharlaşması insanlık tarihinde sanayileşmenin düdüğünü çaldı. Mekanik üretim sistemleri “ben bu işi yalnız yapamam” deyince 2. sanayi devriminin ışıkları elektrikle yandı ve bir otomasyon sistemi sanayinin kılcal damarlarına hakim oldu.
Dijital devrim kaçınılmazdı. Belki George Orwell bunu daha 1940’lı yıllarda öngörmüştü ama, 1984 gerçekten Macintosh ile 1984’de masaya oturdu. Dijital devrim bilgi teknolojilerinin inovasyonla yaptığı izdivaçla bizleri bambaşka bir dünyanın içine göç ettirdi. Bundan sonrası kendiliğinden geldi; Robotlar zaten yedek kulübesinde oturmak istemiyorlardı. “Yapay zeka” formalarıyla sahaya çıkmakta gecikmediler. Takımın adını da Endüstri 4.0’a değiştirdiler.
Ama hepimiz biliyoruz ki son 250 yıldır insanlık tarihini kökten etkileyen tüm gelişmeler binlerce yıldır kış uykusundaki hayallerin gerçeğe dönüşmesinden başka bir şey değil. Üretim araç ve gereçlerindeki evrimsel gelişmeler, savaşların sonuçlarını etkileyecek yaratıcı, yıkıcı ve yenilikçi buluşlar, hastalıklar, eğitim, tarım, ticaret, finans ve daha sayabileceğimiz onlarca yaşam dönüştürücü devrim ve buluşların günümüzde dayandığı duvar arkasında dev blok zinciri taşıyan kripto para ile kıyaslanabilir ölçekte…
20. yy, İnsanlık tarihine ;
Şimdi yaralarını sarmaya çalışıyor…
Bu yüzden 1990’larla “çalışan memnuniyetinin” kapısı aralandı. 2000’lere doğru “memnuniyetin değil bağlılığın daha önemli olduğu” ortaya çıktı. Günümüzde ise “insan mutluluğunun” esas alındığı yönetim anlayışı rekabetin omurgası haline dönüştü!
İşte, sadece kendi şirketinde çalışanların değil eko sistemindeki tüm insanların mutluluğunu hedef alan politika ve uygulamaları hayata geçiren şirketlerin “işveren markası” koltuğuna oturdukları bir dönemden geçiyoruz. Araştırmalar da gösteriyor ki “işveren markası uygulamaları” kurumların paha biçilmez sermayesi olan “itibarlarının” ana girdisi!
İlgili Postlar
Bulut maliyet yönetimi nedir?
31 Eki 2024
Dijital Dönüşüm